Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Okçuluk...

3 posters

Aşağa gitmek

Okçuluk... Empty Okçuluk...

Mesaj  Hipérâktif* Cuma Ocak 11, 2008 11:00 pm

Okçuluk

Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir. Pagan dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü. Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı. Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı. Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı(32, s. 4). Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti. Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-nâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu.

Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır. Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır.

Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir.

Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır. Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı.

Ünlü Türk Hakanı Oğuz Han, Gün, Ay ve Yıldız adlı üç büyük oğluna "Bozok", Gök, Dağ ve Deniz adlı üç oğluna da "üçok" demesi, Türklerin oka verdikleri önemi yansıtması bakımından büyük değer kazanır.

Çin kaynakları Eski Türklerin ok ve yay yapımındaki üstün başarılarını da anlatır.

Ok sözcüğü, Eski Türklerde kabilelerin adlandırılmasında da kullanılırdı. Oğuz Destanında "üçok" diye bir ada rastlanır. Bu da "üçkabile" anlamındadır.

16 Büyük Türk imparatorluğunda at ile birlikte ok ve yayın önemi ayrıdır. Orta Asya'da Kapçal, Kazire Nehri kenarındaki Minusink bölgesinde, Altay Dağlarındaki Kuray ve çalışman Nehri yakınındaki Kutirge, Tuyak, Kutan bölgelerinde, Orhon ve Tula bölgesinde özellikle çu Vadisinde, Srotski'de, Kızat'ta Aşağı Volga'da ve Volga Boylarında, Nijni, Başkuncak ve Mainz'de, öteki yörelerde bulunan mezarlar, Hunlar, Göktürkler, Kırgız, Yenisey, Hazar Devleti, ıskit ve Alanlar dönemindeki kalıntıların incelenmesi ok ve yayın önemini yansıtır.

Türklerde okçuluk binicilikle birlikte beden kültürü anlayışının öncüsü olmuştur. Okçuluk sadece bir savaş uğraşı değil, zevkli bir idman ve yarışma biçimine getirilmiştir. Böylece düzenlenen her türlü törenlerde en büyük yarışmaların sembolü ok ve okçuluk olmuştur.

At üzerinde okçuluğun temel eğitimi için su nitelikler zorunlu idi: çok iyi ata binmek, yer egitiminde çok başarılı olmak, at hızla giderken yay kurabilmek, hareket halindeki atla ön taraftan arkaya dönerek bu dönüş açısı içersindeki özellikle hareketli hedefleri vurmak ve üzerine atılan oklardan korunabilmek i için atin değişik yerlerine bedenini gizleyebilmek. Bu nedenle at üzerinde okçuluk çok zor bir uğraştır.

Eski Türklerde oklar sırtta ya da atın eğerine takılan özel torbalarda taşınırdı. Bu torbalara "Sadak" ya da "Okluk" denirdi.

Eski Türklerde ok ve yay sosyal yaşamda değişik anlamlarda da kullanılırdı. Eski Türklerde, "Akika" adı verilen bir ok atma töreni vardı. Buna, "Sehmi itizar" da denirdi. Bir kabile halkından biri barış günlerinde karşı kabileden birini öldürürse, onunda, öldürülmesi gerekirdi. Ancak, iki kabile ileri gelenleri anlaştıkları durumlarda bir meydanda ok atışı yapılırdı. öldürenin oku, karşı kabile ileri gelenlerinin istediği yere düşerse ölüm cezası kaldırılırdı.

Kaşgarlı Mahmutun Divan-i Lûgat-it Türk adli yapitinda, okun ayni zamanda "Pay" anlamına geldiği belirtiliyor. Yüzyıllar boyu süre gelen bu gelenek Anadolu Türklerinde de benimsenmiştir. örneğin, bir tarlanın paylaşılması için bir ok eşit parçalara ayrılır ve pay alacaklara yumurta, renkli taş gibi birer nişan verilir. Bir yabancıya da nişanlanan tarla bölümlerine konulması istenir. Kimin nişani hangi parçaya rastlarsa o bölüm onun olur ve buna "Ok deydi" denirdi.

Daha sonraları Anadolu Bektaşilerinin de aynı yöntemi uyguladıkları gibi koyun, ya da öteki büyük baş hayvanlar paylaşılmasında ok atışlarından yararlanılırdı. Değişik kaynaklara göre, paylaşılacak hayvan belirli bir uzaklığa konur ve pay sahipleri bu hayvana ok atarlardı. Oklar hayvanın hangi bölümüne gelirse o bölümü alırlardı. Eski Türklerde ölüm cezalarında yayın kullanılması değişik anlam taşırdı. İp ve elle boğularak cezalandırılmak aşağılayıcı bir ölüm biçimi olarak kabul edilirdi. Buna karşın yay kirişi ile öldürülen kişi için bu ölüm biçimi ise büyük bir değer kazanırdı. çünkü, ok ve yay ile yay kirişi dini bir kutsallığı belirlerdi.

Ünlü Arap gezginlerinden. Íbni Batuta, adını verdiği yapıtında bu geleneği anlatırken Türk emirlerinden Halil'in kendisine isyan eden akrabalarından birinin yay kirişi ile boğulmasını uygun bulmasını şöyle açıklar: "Halil dahi yay kirişi ile ihnak ettirdi. Zira, şeyhzadelerin inhaktan başka suretle idam etmemek onlarca gelenekti".

Ok-yay yapımı ve okçuluk Osmanlı Türklerinde daha büyük bir gelişim göstermiş ve daha büyük anlam kazanmıştır.

Okçuluk Doğu menşeli ulusların hiçbirinde Türklerdeki kadar uzun süre benimsenmemiş ve Türkler kadar başarıyla devam ettirilmemiştir. Türklerin okçuluk alanındaki başarısı, sadece atış üstünlüğünde değil, bu üstünlüğü sağlayan araçların, ok ve yayın özelliklerine ve kalitesine de dayanıyordu.

Türkmen boylarının etnolojisi hakkında değerli bir kaynak olan Dede Korkut Kitabı'nda: Türkmen gençlerinin boş vakitlerini ok atıştırmakla geçirdikleri, kuvvetlilik iddiasındaki yiğitlerin ok yarıştırmak yolunu seçtikleri, düğün eğlenceleri sırasında damat ve arkadaşlarının ok koşusu düzenledikleri, evlenen bir yiğidin bir ok atıp, okun düştüğü yere gerdek çadırını kurduğu ve düğün eğlentileri sırasında da damat ile arkadaşlarının ok atıştıkları anılıyor. Eskiye uzanan bu âdetlerin, Osmanlıların ilk dönemlerinde de devam ettiği kanaatindeyiz. Uç beyliklerinin askerî gücünü "Alp" ya da "Gazi" denilen akıncılar teşkil ediyordu. Bunlarda aranan dokuz şarttan ikisi, iyi bir ata ve iyi bir yaya sahip olmak idi. İyi ata binmek, at üstünde isabetli ok atışları yapmak gibi, Asya'dan getirdikleri eski gelenekleri muhafaza etmekteydiler. Alplik ve kahramanlık Türk spor geleneğinin ayrılmaz bir parçası olmuştu.

Türk okçuluğu, İstanbul'un fethinden sonra, başkentte ve Osmanlı Devleti'nin belli başlı illerinde yeni bir boyut kazanmıştır. Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesinde ve kazanılan yerlerin korunmasında, ordu bünyesindeki atlı ve yaya okçu birliklerinin önemli bir yeri vardı. Bu önem Yeni Çağ'da, ateşli silâhların orduda resmen kabûlûne, hatta daha sonrasına kadar devam eder. Fetihten sonra, yeni bir örgüt olarak çıkan "spor okçuluğu" da, başlangıçta askerlikle yakın bir ilişki içindeydi. Ünlü okçuların pek çoğu Yeniçeri Ocağı'na mensuptu ve seferlere katılırlardı. Bunlara ok ve yay yapan sivil esnaf da, "orducu esnafı" olarak, bu seferlere katılmakla ordu atölyelerinin yetersiz kalan imalâtını desteklemekle görevli idiler.
Osmanlı ordusunda ok ve yay kullanıldığı devirlerde, askerlerden çoğu; iyi yetişmiş, usta birer kemankeştiler. Nitekim, 15-16. Yüzyıllarda menzil sâhibi kemankeşlerden pek çoğunun ordu mensubu olduğu görülmektedir.

Kuruluşundan 17. Yüzyıl başına kadar Osmanlı ordularında ok ve yay, topla birlikte , en etkili uzak mesâ-fe silâhı olarak önemini korumuştur. 16. Yüzyıl ortalarından itibaren ateşli silâhların gelişmesi, ok ve yayın giderek yerini tüfeğe bırakmasına sebep olmuştur. Ne var ki bu, ok ve yayın okçuluğun Türklerin hayatından büs-bütün silindiği anlamına gelmez. Önemli bir spor dalı olarak, özellikle İstanbul'un fethinden sonra, moral değerleri ayakta tutan kurumlardan biri olarak, varlığını ve etkinliğini 19. Yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür .

Okçu ve Yaycı Esnafı

Yeniçağ’da Osmanlı toplum düzeninde örgütlenmenin genişlediği ve yeni kurumların ortaya çıktığı görülür. Bir örgüte bağlı spor okçuluğu da bu yeni kurumlardan biri, kuruluş ve özelliği bakımından bizce en ilgi çekici olanıdır.

Osmanlı toplumu belirli ve birbirinden kesin olarak ayrılmış sınıflardan ve bu sınıflara bağlı kurumlardan meydana geliyordu. İlmiyye sınıfı, asker sınıfından, esnaf ve tüccar sınıfı öncekilerden farklı yetki ve sorumluluğa sahipti. Şenlik ve sefer alaylarında bu ayrıma titizlikle uyulduğu görülür. Bunlara ait kurumlardan sadece o sınıfa giren kişiler yararlanabilirdi. Yalnız bir kurum bu kuralın dışında kalmaktadır: Okçuluk. Değişik sınıftan kişiler, hiçbir ayrıcalık gözetilmeden, eşit şartlarla bu kurumda bir araya gelebiliyordu. Bilindiği üzere, feodal toplum düzenlerinde bu çok ender görülen bir şeydir.

Esnaf ve zanaatkâr zümresi, Osmanlı düzeninde, sağlam ve köklü bir teşkilâtı olan güçlü bir sınıftır. Gerek kuruluşunda, gerekse güçlü ve disiplinli bir teşkilat haline gelişinde Fütüvvet tarîkinin ve bunun Anadolu’daki devamı olan Ahiliğin önemli bir rolü vardır. Bu rolü, teşkilatın kuruluş ve yönetim biçiminde, unvânlarda olduğu kadar, inanç ve töreye bağlılık, meslekî doğruluk, çalışma disiplini, karşılıklı saygı, maddî ve manevî dayanışma gibi konularda da açıkça görülmektedir.

Okçu Esnafı

Osmanlı esnaf teşkilâtı içinde, yaycı ve okçular ayrı ayrı loncalar hâlinde ve kendilerine ait çarşılarda toplanırlardı. Okçu dükkânları, Bâyezîd Camii yanındaki Okçularbaşı Yolu üzerinde, yaycı dükkânları, Vezneciler’ de Kuyucu Murad Paşa Türbesi bitişiğinde idi. Sultan II.Mahmud’ a ait tuğralı ve 6 Zilhicce 1230(1815) tarihli bir emirnâmeden öğrenildiğine göre, Bâyezîd Camii kurbünde fatih zamanından beri yarısı yaycı, yarısı okçu esnafına ait 27 dükkân vardı. Bu gediklerden 6 tanesi Dâye Hâtun, 21 tanesi Ayasofya-i Kebîr Vakfı’na bağlıydı. Gediklerin başka esnafa devri yasaktı .

Diğer esnaf zümreleri gibi, yaycı ve okçular da kanun ve törenlere sıkıca bağlı, ayrı birer lonca , yine belirli sayıda dükkân vardır. Yaycı ve okçu dükkânları hem imalat, hem satış yeri idi. Bu dükkanların yeri ve işletme hakkı (gedik) sınırlandırılmış olduğundan, her isteyen kişi, dilediği yerde dükkân açamazdı. Her lonca, mensuplarının kendi aralarından seçtiği bir heyet tarafından yönetilirdi. Bu bağlamda her esnaf loncası, kendi işini kendisi yürüten ve denetleyen bağımsız birer kuruluştu. Yay yapıp satan esnafa da, Keman fürûşân denirdi.

Okçu ve yaycı esnafının başlıca müşterisi kemankeşler olduğundan, onlarla sıkı ilişki içinde bulunurlar, meydan günlerinde Ok Meydanı’na giderek, sattıkları yaylara ve oklara gereken düzen ve tımarı verir, küçük tamirleri yaparlardı. Ok ve yay satışı da çoğunlukla bu sırada olurdu. Bâzı okçu ve yaycı ustaları, tanınmış bir kemankeşin hizmetine girer, yalnızca onun için ok ve yay yapar, idman ve atışlarında hep yanında bulunurlardı. Rekor kırıldığında, okçu ve yaycıya da ödül verilirdi. Bir örnekozkoparan İskender, Edirne’deki Deve Kemâl Menzili’nde aşırı atıp rekor kırdığı için, Sultan II. Bâyezîd 11 Cemâziyülevvel 916 (1510) tarihinde Tozkoparan’a bir câme benek ve 3000 akçe, yaycısı İçkoz Ahmed’e ve okçusu Bahtiyarzade Hacı Hasan Çelebi’ye 500’er akçe ihsan etmişti.

Okçu ve yaycı esnafı, her zaman ilişki hâlinde bulundukları kişilere satış yaptıkları ve düşük kalite hiçbir şekilde hoş karşılanmadığı için titiz çalışmak, iyi iş çıkartmak zorundaydılar. Atışlar sırasında okçu ve yaycılar da hazır bulunduğundan, kusurları hemen yüzlerine vurulurdu. Bu açıdan okçu ve yaycı esnafı mesleklerine/sanatına, işine önem verirlerdi. Okçuluk ve yaycılıkta, kişi bu sanatı bu işin ustasından/şeyhinden bey’at etmeden, icazet almadan kendi kendine işleyemezdi. Eğer işlerse, onun bu sanattan elde ettiği her şey haram olur inancı hirfetin esaslarındandı. Bu açıdan, hirfet’in(iş) fütüvvetteki yerini yaycılık ve okçuluk mesleğinde de görmek mümkündür. Konulan narh üstünde yüksek fiyatla yay ve ok sipariş eden kemankeşler de vardı. Eski okçu ustalarından kalan oklara bir altına kadar ödendiği olurdu. Büyük kemankeşlerin özel yaycı ve okçuları bulunurdu; bunlar başkası için ok ve yay yapamazlardı. Hizmetinde çalıştıkları kemankeşin vücut ölçüsünü, atış üslûbunu dikkate alarak ok ve yay yaparlar, atışlar sırasında tımarını yapıp hazır ederlerdi. Yayların baş tarafına usta adı ve yapım tarihi yazılırdı. Bu yaycının kalite üstünlüğü konusunda hem iddia hem de sorumluluk sâhibi olduğunu göstermektedir.

Okçu ve yaycı esnafının, askerî imalâthaneler ve orduyla da bazı ilişkileri vardı. Ordu ihtiyacını karşılayan silah imalathanelerine zaman, zaman, sivil esnaftan geçici veya sürekli olarak san’at birle okçu ve yaycı ustalar alınır ve üç ayda bir maaş ödenirdi

Orducu Esnafı



Orducu Esnafı




Ordu için gerekli olan ok ve yay, esas itibarıyla resmî imalathanelerde üretiliyor, yetmediği takdirde piyasadan temin ediliyordu. Ayrıca Kanun gereğince, bir kısım esnaf kuruluşları, bu arada okçu ve yaycı loncaları, sefer sırasında orducu esnafı vermek zorundaydılar. Orducular sefere katılarak, ordu ihtiyaçlarının karşılanmasında ve gerekli onarımların yapılmasında orduya yardımcı olurlardı. Esnafla ordu arasındaki ilişki, ordunun büyümesi ve ihtiyaçlarının alabildiğince artması nedeniyle 16.Yüzyıl ortalarında kurulmuştur.

Yaycı ve okçu esnafının yardımcısına ve okçuluğa yeni başlayana şakird denirdi (195). İstanbul’da 45 kadar talimhane bulunuyordu. Talimhane esnafı buralardan aldıkları ücretle geçimlerini sağlıyorlardı.

Sultan III Murad devrinde, 1582 yılında At Meydanı’nda düzenlenen ve geceli gündüzlü 57 gün süren sünnet düğününde, yaycı ve okçu esnafı da esnaf loncaları arasında şenliğe ve geçit törenlerine iştirak etmiştir.

Sultan Ahmed’in dört oğlunun sünneti dolayısıyla, 1720 yılında yapılan düğün için, Ok Meydanı tahsis olunmuştur. Düğünün 14. günü esnaf alayının geçidinde, Meydan kendilerinin olduğu için, geçide kemankeşler, okçular ve yaycılarla başlanıldı.

Sultan IV. Murad devrindeki büyük esnaf alayının geçişinde; önde şeyhleri olmak üzere, okçu ve yaycı esnafı, atlar üzerine kurdukları küçük dükkanlara ok ve yaylarını dizerek, unsurlar ve ihtiyar atlı, şakirdler yaya olarak geçmişlerdir. Tirendaz ve kemankeşler ise, şimşir kütüklere nişan atarak, havaya attıkları okları düşerken yakalayarak ve buna benzer hünerler göstererek geçmişlerdir .
NOT: Alıntıdır

Okçuluk... Ok
Okçuluk... Menzil_tasi
Okçuluk... Menzil_tasi1
Okçuluk... Ok_atma_poziisyonu
Okçuluk... Sadak_ok_kesesi


En son tarafından C.tesi Ocak 12, 2008 5:04 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Hipérâktif*
Hipérâktif*
Yönetici
Yönetici

Mesaj Sayısı : 200
Yaş : 29
Location : Dan'Dan
Kayıt tarihi : 07/01/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Okçuluk... Empty Geri: Okçuluk...

Mesaj  Hüseyin C.tesi Ocak 12, 2008 12:32 pm

Güzel Paylaşım emeğe saygı..

Hüseyin
Aktif Üye
Aktif Üye

Mesaj Sayısı : 66
Kayıt tarihi : 30/12/07

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Okçuluk... Empty Geri: Okçuluk...

Mesaj  ThE_KiNg C.tesi Ocak 12, 2008 12:51 pm

Okçuluğun ata sporumuz olduğunu bilmiyordum.
ThE_KiNg
ThE_KiNg
Co-Admin
Co-Admin

Mesaj Sayısı : 191
Yaş : 28
Location : Pepsi Center
Kayıt tarihi : 07/01/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Okçuluk... Empty Geri: Okçuluk...

Mesaj  Hipérâktif* C.tesi Ocak 12, 2008 5:04 pm

Bende ilk gördüğümde şaşırdım, Moğol Kültürü sanıyordum...
Hipérâktif*
Hipérâktif*
Yönetici
Yönetici

Mesaj Sayısı : 200
Yaş : 29
Location : Dan'Dan
Kayıt tarihi : 07/01/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz